Hikaye | Kategoriler | Hikayeler

Balık







    Delikanlı, babasının hızla kilo kaybettiğini fark etmiş ve bu durumdan korkmaya başlamıştı.



    Yaşlı adam, onun için bir arkadaş gibiydi. Çeyrek asra yaklaşan beraberlikleri sırasında onu her zaman yanında bulmuş, bütün sırlarını ona açmış ve hiç kırmadan hizmetini görmüştü. Bu yüzden de evlenmeye yanaşmıyordu.



    Zaman "Ahir zaman" olduğu için, alacağı kız, belki de babasıyla geçinemezdi. Oysa ki hayatları, insanlardan çok uzak bir sahilde ve küçücük bir kulübe de geçmesine rağmen, mükemmel sayılırdı. Hiçbir şeyin sıkıntısı duyulmuyordu. Denizden gelen kütük ve tahta parçaları, yakacak ihtiyaçlarını bol bol karşılıyordu. Bütün dağ ve tepeler, bahçeleriydi. Üç beş tane koyunları vardı sağılan. Bir düzine kadar da tavukları, ne de süzme peynirleri, yumurtaları.



    Babası, iyi olduğu günlerde bahçe işleri ile uğraşır, mısır, sebze ve meyve yetiştirirdi. Yemek, çamaşır ve bulaşık işleri ise, annesinin vefatıyla kendisine kalmıştı. Birde balık tutma işi elbette. Fakat avlanmak için, havanın güzel olması gerekiyordu.



    Çocukluk yıllarından beri kullandıkları emektar sandalları artık kalafat tutmadığı için, kayalıklardan attığı oltasına takılanlar süslerdi sofralarını. Bazen üç beş istavrit, bazen de bir kaç tane dip balığı. Ama eğer Allah lüfer verirse, o zaman iş başkaydı. Babası, midesine düşkün biri olmamasına rağmen lüfere dayanamaz ve adeta bayram yapıp:



    - Bu balık, mutlaka Cennet'ten gelmiş!. derdi.



    Hastalığı ilerlediğinde, yaşlı adam yemek yiyemez oldu. İki kaşık çorba bile içemiyordu. Aradan bir hafta geçtiğinde, ağzından bir kelime kaçırıverdi: Lüfer!..



    Delikanlı, hiçbir şey olmasa bile, babasının sadece bu balığı yiyebileceğine, hatta aldığı ilk lokmada şifa bulacağına inanmıştı. Ama onun bu isteği karşısında duyduğu sevinç, biraz sonra bir kabusa dönüştü. Çünkü sık sık olta attığı halde, en son lüferini aylar öncesinde yakalamıştı. Evlerine bir saat uzak olan köyde ise, "balık tutmak" diye bir adet yoktu.



    Delikanlı, babasının birkaç lokmayla doyacağını bildiği için, en küçük lüfere bile razıydı. Onun yatağını pencere önüne çekerek kayalıklara geldi. Yaşlı adam onu uzaktan görür ve fazla meraklanmazdı.



    - Ya Rabbi!.. diye dua etti. Bu güne kadar babamı kırmadım. Ve benden ne istediyse hemen yaptım. Ama benim sözüm denize geçmez. Onun istediği şey, senin hazinende

elbette vardır. Ve o şey, belki de babamın son yemeğidir.



    Denizin hafif bir poyrazla ürperen açıklarındaki martılar, ard arda yaptığı dalışları ve çığlık çığlığa bağırışlarıyla bir balık akınını haber vermesine rağmen, oltaya bir teki bile gelmedi.



    Güneş batmak üzereyken, delikanlı kayalıktan ayrıldı.



    Ayakları geri geri gidiyordu adete.



    Kulübeye yaklaştığında, çimenlerin arasında bir hareket fark etti. Ve ona doğru yavaş yavaş sokuldu.



    Aman Allah'ım!..



    Ayaklarının dibinde, canlı bir lüfer vardı. Orta boyda, kıpır kıpır bir lüfer.



    Genç adam, rüya gördüğünü sandı ilk önce. Bitmesinden korkup kımıldamadı. Ama hemen sonra kendine geldi. Sağa sola bakındı. Ortalıkta hiç kimsecikler yoktu. Deniz ise, aşağıda köpürüp duruyordu.



    Yukarıdaki martıların sesini duyduğunda, başını kaldırıp onlara baktı. Lüferi denizden çıkartan martı, diğerlerinin hücumuyla balığı düşürmüştü.



    Delikanlı, anne ve babasından aldığı terbiyeyle, Allah'a her fırsatta şükrederdi. Ama bu sefer, iki damla gözyaşıyla yetindi. Tek bildiği şey, yerdeki balıktan da fazla titrediğiydi. Onu yavaşça alarak kovaya koydu.



    Kulübeye girdiğinde, babası uyanmıştı. Üstelik de renk gelmişti yüzüne.



    Oğluna gülümseyip:



    - Rüyamda yine anneni gördüm!. dedi. Her zaman ki gibi Cennette idi. Ve bana güzel bir yemek yapıyordu.



    Delikanlı, kovadaki balığı mukaddes bir emanet gibi çıkartırken:



    - Annemin seçtiği yemek, lüfer olmalı!. dedi. onu kızartmam için bana attı.






Hikayeler